28 Nisan 2012 Cumartesi

"İstikbal Göklerdeydi" Belgesel Projemiz İçin Çalışmalara Başladık

İlk Türk uçağının bundan 88 yıl önce uçtuğunu biliyor muydunuz? Peki Türkiye'de 1950'ye dek onlarca özgün uçak modelinin denendiğini? 1947'de bir "uçan kanat" üretildiğini? 1951'de Danimarka'ya satılan hafif nakliye uçağından haberdar mısınız? Vecihi Hürkuş'u tanıyor musunuz? Ya Nuri Demirağ'ı, Âli Yıldız'ı? "Marshall Yardımları" nedir, biliyor musunuz?

Belki siz tüm bunları biliyorsunuzdur. Ama çoğumuz bilmiyoruz. "Türk uçağı yaparlarsa kokpitine nazar boncuğu asarlar, kanopisine 'maşallah' yazarlar," diye dalga geçiyor, kendi geçmişimize haksızlık ediyoruz.

"İstikbal Göklerdeydi," Türk havacılık sanayii tarihini Osmanlı'nın son yıllarından başlayarak anlatan; bahsi geçen kişi, süreç, olay ve uçakları herkesin bilmesini amaçlayan bir belgesel projesi. Tamamlandığında, canlarını dişlerine takarak "bir şeyler" yapmaya çalışan ve neredeyse her defasında resmi yollarla engellenen Türk havacılık önderlerine naçizane bir saygı duruşu niteliği taşıyacak.

Fakat süreç pek da kolay olmayacak. Çünkü bu uçakların günümüze kadar korunmuş birer örneği yok. O zamanki devlet ana yenilik ve gelişime karşı nasıl bir öfke taşıyorsa artık, tamamını imha etmiş. Dolayısıyla uçakları 3 boyutlu modelleyerek sanal ortamda yeniden yaratmamız gerekiyor. Bu da eldeki imkanlarla uzun zaman alıyor.

Ama bizzat modellediğim, ilk Türk jet uçağı THK-16'nın kabası bitti sayılır. Elbette, daha çok işi var:

(Resimleri büyütmek için üstlerine tıklayın.)

2 Ocak 2012 Pazartesi

Teşekkürler, İyi Çalışmalar

Bir zamanlar köylüler varmış. Hayatta kalmak için çalışmak zorundalarmış. Vururmuşsun enselerine, alırmışsın mahsulü. Bundan şikayetçi olmak da pek akıllarına gelmezmiş. Elle gelen düğün bayrammış çünkü.

Sonra adamın biri su kaynatmış, buharıyla bir şeyleri hareket ettirmiş. “Aha,” demiş, “bunun adı buhar makinesi olsun. Bunun büyüğünü yapayım, tarlalara su pompalayayım; o iş için köylülere gerek kalmasın.” Aydınlanmış adam birden. “Aa,” demiş. “Bu bi’ devrim lan? O zaman adını sanayi devrimi koydum.”

Hakikaten, uzunca bir süre bayağı bir nümayiş olmuş. Köylüler “işsiz kalacağız,” diye karşı çıkmış; derebeyler “feodalite elden gidiyor,” demiş karşı çıkmış. Ama sonunda buhar makinesi kazanmış. O kadar ki, başta su pomplamaktan başka bir işe yaramayan makine, sonraları demir dövmeye, dövdüğü demirden demiryolu yapmaya, sonra kendisini baştan yaratarak lokomotif üretmeye kadar vardırmış işi.

Köylüler şaşıp kalmış tabii. Çoğu, işsiz kalmayı beklerken, kendilerini bir buhar makinesinin valflerini açıp kapatır, kazana kürekle kömür atar halde bulmuş. Hatta meslekteki yirminci yıllarına ulaştıklarında, çıraklarına valf açıp kapatmanın, kazana kömür atmanın inceliklerini anlatır olmuşlar. Halbuki çok basit işlermiş bunlar ama, incelikleri varmış. Kazana mesela, ne zaman kömür atacaksın? Ne kadar ve nasıl atacaksın? Ateş söner gibi olursa ne yapacaksın? Kömür kızılsa ne anlayacaksın, turuncuysa ne?

Sonra kazancının bilmek zorunda olduğu bu inceliklerin sayısı o kadar artmış ki, yanıbaşındaki valfçi bile lüzumu halinde kazancının işini devralamaz olmuş. Bilmiyormuş çünkü tüm bunları. Kazancı da valfçinin yerini alamazmış ama. İkisi de belli vasıflar gerektiren birer “profesyon” imiş artık.

Eski köylü-yeni profesyoneller bir süre afallamış. Köylüyken tarlada hastalandıklarında veya canları sıkkın olduğunda, yüz kişi onar saniye daha fazla çalışıp onların işini de halledebiliyormuş çünkü. Oysa şimdi, tek bir yedekleri bile yokmuş. Hastalarsa dayanmak, üzgünlerse unutmak zorundalarmış. Yoksa tren dururmuş. Tren bazen çok da umurlarında olmuyormuş ama, köylülük döneminden beri değişmeyen tek kural olan “hayatta kalmak için çalışmak zorunda olma” kuralı onları her koşulda çalışmaya zorluyormuş.

Bazı istisnalar da olmuyor değilmiş tabii. Mesela hastalanan bazıları hastalığın ızdırabına dayanamıyor, ilk istasyonda iniyormuş. Veya mutsuz bazıları firar edip aşklarına koşuyormuş. Yerlerine hemen yenileri bulunuyormuş onların. Kalanlarsa, böylece, “profesyonlarının” o çok hayati inceliklerinin aslında o kadar da seçkin vasıflar gerektiren şeyler olmadığını fark ediyormuş.

İşte o “kalanlar,” bir gün gizli bir toplantı yapmışlar ve bu gerçeği sonsuza dek saklamaya, kendilerine bile itiraf etmemeye ant içmişler. O günden sonra her profesyonel, pek mühim bir halt yediğini, bulunmaz hint kumaşı olduğunu düşünegelmiş. Bu “bir parça narsisist” düşüncelerinin bir işsiz kalma durumuyla baltalanmaması için de, hastalıklarını, kederlerini, mutluluklarını, kararsızlıklarını, zayıflıklarını, kısacası insani olan her şeylerini kendilerine saklamaya karar vermişler. İnsani olan her şeylerini kendilerine saklayınca da dışarıdan birer hayvan gibi görünür olmuşlar.

İşte profesyonellerin hikayesi.

1 Ocak 2012 Pazar

Taşıdık Siteyi

Merhabalar,

Yüklediğim bir şeyi Twitter'da paylaştığım anda sitenin çökmesinden (veya en iyi ihtimalle sürünmesinden) gına geldiği için onu komple yeni bir sunucuya taşımayı uygun gördüm. Zaten önceki sunucu bir arkadaşındı (bir arkadaş). Daha fazla otlakçılık yakışık almayabilirdi.

Taşınma sürecimizin temsili resmi
Taşınma sürecimizin temsili resmi
Şimdi GoDaddy'nin güvenli kollarındayız (who's your daddy!). Bant genişliğimiz sınırsız. Daha fazla şey paylaşabiliriz.

Teşekkürler, iyi çalışmalar,

Zeki Enes Akkan