12 Ekim 2005 Çarşamba

Futbol Sevmeyen Erkek

"Ama: çelişkili ve tutarsız iki cümleyi birbirine bağlamaya yarar"
(TDK Sözlüğü, http://www.tdk.gov.tr)

"Erkek adam futbol sever" derler. Bir inanıştan ibaret midir, yoksa bir gerçek midir, bilmiyorum. İlk ihtimal geçerliyse, bu inanış hak mıdır, batıl mıdır, onu da bilmiyorum. Bildiğim bir şey varsa, kendimi bildim bileli bir kenara atılmama, dışlanmama yol açmış olmasıdır. Sevmiyorum kardeşim, futbol sev-mi-yo-rum!

Küçüktüm, cücük kadardım afedersiniz. Hiç şüphe yok ki, mahallenin diğer erkek çocukları gibi ben de dışarı çıkardım. Güneşin yüzümüze güldüğü zaman aralığı, eğlence, adeta çılgın atma zamanıydı. Muhabbet vaktiydi - tabiî ki bu, bir cücüğün yapabileceği azamî muhabbet ne kadarsa işte ondan ibaretti. Övünmek gibi olmasın, efendim, ben biraz muhabbetperverdim çocukken. Oyun elbette, gani gani… Ama muhabbet dendi mi akan sular dururdu. Neyse, konuyu fazla dağıtmayalım. Güneş batmaya yüz tutanda, sokakta bir tek ben ve babası eve geç gelen birkaç çocuk kalırdı. Yine böyle bir gün…

Yine böyle bir gün, el ayak çekildi, altı kişi + bir top kaldık sokakta (mecaz yok burada). Benim haricimdeki beş kişi gün boyunca tozu dumana katıp top peşinde koşmuş olduğundan, sıranın muhabbete geldiğinden emindim. Emindim, çünkü biliyordum ki bu küçük insanların bir sınırı vardı. Biliyordum ki bir insan evladının bir günde toplam yedi saat top kovalaması için, o kişinin Zinedan’la (ünlü bir futbolcu) bir münasebeti olmalıydı. Üstelik o münasebet de öyle hafife alınacak bir münasebet olamazdı afedersiniz. Bunlar daha çocuktu, ne münasebetleri olacaktı Zitanes’le? Ne münasebet!?

Neyse işte, muhabbet diye yanıp tutuşan deli gönlüm, topa inen bir tekmenin sesiyle titreşti. “Durun, ne oluyor,” demeye kalmadan, daha neye uğradığımı anlamadan bir futbol maçının ortasında kalıverdim. Fifa marka (çok popüler bir top markası) top, o ayaktan o ayağa çarpıyordu. Benim yapabildiğim tek şey ise, kendimi toptan korumaya çalışmaktı. Topyekün müdafaa…

Oysa ne hayallerim vardı… Gece daha yeni başlıyordu, bu maç da nereden çıkmıştı! Futbol oynamayı sevmiyordum, dolayısıyla beceremiyordum ve oynamıyordum da. Ama orada boynu bükük kalmaktansa, gelen ilk teklifte oyuna dahil oldum. Kaleci yapmışlardı beni.

Aslında oldukça başarılıydım. Kalemden olabildiğince uzaklaşıp nefis kurtarışlar yapıyordum. Ama her kurtarışımda diğer beş kişinin “elvar” diye bir futbol terimini telaffuz ettiğini işitiyordum. “Elvar yok, devam,” diyordum, devam ediyorduk. Ofsaytı bile öğrendim, ama elvarın tam olarak ne anlama geldiğini bugün bile çözmüş değilim - sanmıyorum ki o çocuklar da çözmüş olsun. Neyse. Maç sürüyor, iki takım kıyasıya mücadele ediyordu. İyi bir kaleciydim, ama kalecilik de bir yere kadardı. Üstelik golü kim atarsa atsın, skor aynı takımın lehine işliyordu. 9-0 olduğunda oynamama daha fazla gerek olmadığını düşünüp beni oyundan çıkardılar. Topa dikkatli vurmalarını, topun bana isabet etmesini istemediğimi belirtip, görevimi yapmış olmanın mutluluğuyla ve mağrur ve muzaffer bir komutan edasıyla saha kenarına doğru yürürken bir bağırış duydum: “dikkat eeeeğğğğğttt!”

Kendime geldiğimde kaldırımda yatıyordum. Beş arkadaşım ve diğer bir sürü insan başucumdaydı. Kafama top isabet etmiş. Bilen bilir, Fifa marka toplar sağlam ve sert olur. O darbenin şiddetiyle bayılmışım.

O gün bana asıl koyan top değil de, sokak arasında topa abanan zihniyetti. Sanki ben “top bana gelmesin” dememişim…

Zaten sevmezdim, o gün bugündür futboldan da futbol topundan da nefret ederim. Sporun farklı dallarına yöneldim artık ben. Bowling oynuyorum. Üç numaralı çelik bowling sopamla harikalar yaratıyorum. Ayrıca masa bilardosu oynuyorum. Kişisel bir raket koleksiyonum bile var.

Özetle, erkek olmak ve futbol sevmek arasında hiçbir bağ kuramıyorum. Lokomotif Moskova’nın kadrosunu sayamadığım için bana top (burada mecaz vardır) yakıştırması yapan arkadaşlarıma bu satırlar aracılığıyla sesleniyorum: siz Utah Jazz’ın ilk 11’ini sayabiliyor musunuz? Ne spor ne de erkeklik futboldan ibarettir anasını satayım. Mühim olan insanlık.