28 Ağustos 2011 Pazar

Adam Olacak Çocuk ve Ukteleri

Şov henüz bitmişti ve onun gitmesi gerekiyordu. Bense onunla konuşmak zorundaydım. Sordum, “makyaj odasında,” dediler.

Makyaj odasına gittim. Oradaydı. Tamamını simaen tanıdığım eski dostlarıyla sohbet ediyordu. “Bahadır Abi, nasılsınız,” dedim.

Garip! “’Bey’ mi desem, ‘abi’ mi,” diye hiç düşünmemiştim bile!.. Doğrudan ona hitap etmezken dahi ondan “Bahadır Abi,” diye bahsettiğimi anımsadım sonra.

“İyiyim, sen nasılsın,” diye cevap vermiş olsa gerek. Ne dediğini hatırlıyorum desem yalan olur, çünkü o sırada umduğum insanı umduğum haliyle bulmuş olmanın şaşkınlığını yaşıyordum. Bahadır Abi gerçekten “o” Bahadır Abi’ydi! Formalite icabı sorduğum soruya her ne cevap verdiyse, o cevabı verirken öyle gerçek gülümsemişti ki, yirmi yıldan uzun bir süre önce televizyonda görüp çok sevdiğim o adamın gerçek olduğundan en ufak bir şüphem kalmamıştı. Gözümü açtığımdan beri aklımda oluşturduğu resmi daha ilk temasta yerle bir eden nice adam ve kadından sonra Bahadır Abi’yle tanışmak çok iyi gelmişti.

İlk kez tanışan ve aslında tanışmaları için taraflardan birinin “tanışma isteği” dışında hiçbir sebepleri bulunmayan iki kişi en fazla ne konuşabilirse, o kadar sohbet ettik. Sohbet dediğim, en fazla bir buçuk dakika… Ve orada noktalanması gerekiyordu.

“Bahadır Abi,” dedim. “Çocukken ‘Adam Olacak Çocuk’a katılmayı çok istemiştim, olmadı. Ben sizin programınıza gelemedim ama, bakın siz benim programıma geldiniz!” Güldü. Sonra o gülümseme yüzünde dondu. “Barış… Rahmetli…” dedi. Kısaca vedalaştık. Gitmesi gerekiyordu. Gitti.



Televizyonculuk tuhaf. İnsanın ilk hatıralarından büyük ukteler veya hayal kırıklıkları doğurabildiği gibi, hayatın sonuna dek unutulmayacak yeni ve tatlı anılar da yaratabiliyor. Adam Olacak Çocuk’taki simsiyah uzun saçlı, sakallı abiyle tanışmamı bu mesleğe borçluyum. Barış Abi? İşte o da büyük ukte…

Halbuki sırf onu yakından görmek için abim ve ablamla birlikte Moda’ya gitmiş, kapısını çalmıştık. Kapıyı oğlu Doğukan açmış, babasının evde olmadığını söylemişti. Tevafuk! Kader on beş yıl sonra Doğukan’la beni tekrar yan yana getirdi. Yine bu meslek aracılığıyla ve bu kez aynı işe omuz vermek üzere…



Geçen gün, senaristi olduğum dizinin editörü eski yılları yad ederken, cümlesine “biz Susam Sokağı’nı yaparken,” diye başladı. Susam Sokağı’nın yazarlarından biriymiş. “Büdü! Uzaylılar geldi büdü! / Sor bakalım tarhana çorbası içerler miymiş,” diyaloğunu onun yazıp yazmadığını sordum. “Ben daha çok şarkıların adaptasyonunu üstleniyordum,” dedi. “Arada Kaldım, Sevdiğim Sayı Altı, Kasvetli Fırtınalı Bir Hava, Dağdan Gelecek Bir Kız Döne Döne,” gibi sözlerini hala ezbere bildiğim şarkıları yazan kişi oymuş meğer… “Susam Sokağı’nın açılış jeneriğinde koşan çocuklardan biri” ile yıllarca birlikte çalışmamı sağlayan televizyonculuk, şimdi de bu hoş sürprizi yapıyordu bana!



Aslında, aktif televizyonculuğa başlamam bile hoş bir kozmik şaka dahilinde gerçekleşmişti. Yıllar önceydi. Abim ve bir arkadaşımla “Şok” programından bahsediyorduk. Şok’un dönemi için ne kadar cesur ve komik bir iş olduğunda hemfikirdik. “Bu işi yapan adamlarla tanışmak isterdim,” dediğimi hatırlıyorum. Bir hafta sonra o adamlardan birinin yanında çalışmaya başladım. Ve onun o adamlardan biri olduğunu altı ay kadar sonra öğrendim. Adamlardan diğeriyleyse iki sene sonra, bir sinema filmi için bir araya gelecektik.

Daha neler neler…

19 Ağustos 2011 Cuma

İlkel Gazetecilik Örneği

Hurriyet.com.tr beni her defasında şaşırtmayı başarıyor.

Şimdi, sosyolojik değil, psikolojik yaklaşıyorum. Mesela varlıklarına inanmadığım "toplumsal hassasiyetlerden" dem vurmuyorum. Ben, salt insani açıdan, bir şehit haberinin altına, "ailesi işte böyle üzülmüştü" diye foto galeri açmanın, Web TV linki vermenin anlamını sorguluyorum.

Hala yayından kalkmadıysa girin, bakın. URL'si şu: http://www.hurriyet.com.tr/gundem/18529655.asp

Sonra, bir anlam bulabilirseniz gelin, bana gazetecilik ilkelerini ve bu kepazeliğin ilkeli gazetecilikteki yerini anlatın.