7 Ekim 2013 Pazartesi

Haşırt on the Rear Bumper

Fatih Sultan Mehmet Köprüsü’nden beş dakika kadar önce geçtim. Anadolu’dayım. Trafiğin hızında – ki saatte 120 kilometre civarı – ve önümdeki siyah Audi’yle emniyet mesafemi gani gani muhafaza ederek Maltepe’ye doğru ilerliyorum. Aniden, önümdeki trafiğin stopları yanıyor ve Audi’nin nihayeti hızla bana yaklaşmaya başlıyor. Mesafem var, frene abanıyorum. Peki hemen arkamdaki Mercedes’in durumdan haberi var mı? Aynaya bakıyorum, aramızdaki mesafe kısalmış olsa da aracın sürücüsü durumdan haberdar. Fren yapıyor o da. Fakat önümdeki Audi’nin mabadı şimdi daha hızlı yaklaşıyor: önümdeki trafik tamamen durdu. Freni köklüyorum, ABS’nin titreşimini hissediyorum; fakat Mercedes sürücüsünün reflekslerine güvenmediğimden, yavaşlamamı Audi’nin dibine sokulana kadar sürdürmeye, anca bir karış mesafe kala tamamen durmaya karar veriyorum. Öyle de yapıyorum. Bir an endişeyle aynaya bakıyorum: oh, Mercedes de durmak üzere. Sonra acı bir fren sesi... Bam! Arkadan çarptılar arkamdakine. Çeyrek saniye geçmeden bir “bam” daha. Koltuğumun başlığı öyle bir vuruyor ki başımın arkasına, gırtlağımı yutmuşa dönüyorum. Bir de galiba yanlış zamanda yanlış yerde bulunmakta olan dilimi ısırıyorum. Tamam, sakin. Arabanın arka yarısını asfalttan toplamak zorunda olmam dışında bir sorun yok. Tüm bunlar üç-dört saniye içinde gerçekleşiyor.

Sağa mı çekeyim, solda mı kalayım ikilemiyle birkaç kez verdiğim sinyalin yönünü değiştiriyorum. Neticede sola çekip beklemeye karar veriyorum. Arkamdaki Mercedes çarpma noktasında durmaya karar vermiş. Aramızda 15 metre bir mesafe var şimdi. İniyorum. Önce hasar tespiti: ilginç, arka tampondaki önemsiz birkaç küçük çizik dışında arabam sapasağlam. Dönüp siyah Mercedes’e bakıyorum. O da sağlam görünüyor. Yaklaşıyorum, yakından bakıyorum: ön tamponunun kromajlı parçaları kalkmış, tampon biraz çizilmiş. Ciddi bir şey yok. “Geçmiş olsun,” diyorum. “Sizde ciddi bir şey var mı,” diye soruyor beklentimin aksine gayet temiz yüzlü, nazik konuşan, 50 küsur yaşındaki adam. “Yok, birkaç küçük çizik,” diyorum. “Trafik aniden durdu, mecbur ani fren yaptım. Neyse, sizde de önemli bir şey yok.” Adam, “Yok da, arkadaşa çok yazık oldu,” diyor ve arkasını dönüp ona arkadan çarpan, tarumar olmuş beyaz Mercedes’i gösteriyor. Anam, ben dibine kadar gelip de nasıl görmedim bunu? Yeni alındığı besbelli, pahalı bir model olduğu daha da besbelli olan Mercedes’ten bir adam çıkıyor. Bayağı üzgün, biraz da şokta. “Vah yazık,” diyoruz siyah Mercedes’in sahibiyle birlikte. Ben Mercedes sahibi olabilecek refahta birinin arabası haşat oldu diye üzüldüğünü görünce şöyle bir garipsiyorum, sonra kendime kızıyorum. “Geçmiş olsun.”

Arkadaşmış bunlar. Belli ki iki araçlık bir konvoy olarak yol alıyorlarmış, şimdi tek araçlık bir konvoya indirgediler yolculuğu. Onlar sağa çekiyor, ben basıp gidiyorum, n’apacağım? 

Sonra Maltepe'deki işim bitiyor ve iki buçuk saatlik eve dönüş yolculuğum başlıyor. Mecidiyeköy’e kadar sağ salim geliyorum, Mecidiyeköy’de, Ali Sami Yen’in önünde yeşilin yanmasını beklerken “güp!” bir daha sarsılıyorum. Yine iniyorum, yine bakıyorum, yine arkamdaki arabayla yekvücut olmuşuz. Otuzlarındaki kadıncağız başını direksiyonun arkasına gizlemiş, mahçup mahçup bakıyor. Bıyıklı sevgilisi iniyor, “Hocam, kusura bakmayın,” diyor. “Var mı bir şey?” 
“Yok,” diyorum. “Ama bugün ikinci oldu bu.” 
“Geçmiş olsun. Senin de bugünkü şansın böyleymiş hocam,” diyor. 
“Eyvallah,” diyorum, biniyorum arabama. Yeşil de yanmış zaten. On dakikaya evdeyim.

Düşünüyorum: son bir ayda dördüncü kez trafikte-dikkatsiz-birileri-tarafından-çarpılma durumuna maruz kalmışım. Önce tüm vücuduyla doksan derece sola dönmüş vaziyette araba kullanan bir taksici sol ön lastiğime sertçe bindiriyor; sonra kadının biri arabasını aniden park ettiği yerden çıkartmaya karar verip ani fren yapmama yol açıyor ve arkadan gelen bana geçiriyor; sonra da bugün işte... 

Neyse, geldim mahalleye. Otoparkçıya teslim ediyorum arabamı. Yarına kadar sen sağ ben selamet.

Öndeki bana çarpan, arkadaki bana çarpana çarpan oluyor.
Çarpmanın şiddetiyle Sanrûfe Teyze'nin gündüzleri zinhar açık durmayan etekleri açıldı (ki öyle yağ gibi kayan bir mekanizması da yoktur sağolsun).

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder